Paşaoluk’ta ceviz zamanı

Yazı: Bilge Gülben Gülgeç

 

 

Yaz sıcağında İskenderun çatır çatır yanarken yapılabilecek en güzel şey yaylalara kaçmaktır. Hele o sıcaklık Eylül'de bir pazar sabahı erkenden kalkmanıza sebep oluyorsa bir an önce Amanosların yemyeşil yaylalarına çıkılmalıdır. Biz de öyle yaptık. Bu sefer hiç gitmediğimiz Haymaçınar ve Paşaoluk civarına karar verdik. Takriben 25 dakikalık bir yolculuktan sonra vardığımız yerde hava gerçekten çok farklıydı. Farklı ağaç türlerinin arasından kıvrıla kıvrıla çıktığımız yolun sonunda bu yemyeşil alana kavuşmak içimizi açmıştı.

 

Paşaoluk, adını, zamanında oluk oluk akan suyundan almış. Buraya gelmek için, İskenderun-Adana otoban yoluna girip Akçay bölgesini arkanızda bırakmanız gerekiyor. Yolun sağında karşınıza çıkacak olan Tosyalı Deniz Lisesi sapağına döndüğünüzde Kavaklıoluk Köyü tabelasını bulana kadar ilerleyin. Köye varıp yükseklere doğru çıktıkça manzara güzelleşir ve muhteşem deniz, çarşaf gibi önünüze serilir. Deniz manzarası gözden kaybolmaya başladığında ise yolu yarılamış olduğunuzu anlarsınız.

 

İlk durağımız Demircan ve Naciye Kuş'un Esenbek bölgesinde emekleri ile ortaya koydukları müstakil evleri ve bu evin elma ağaçlarıyla süslenmiş sevimli bahçesi. Bahçe kapısının önünde Mulla Dayı Durağı tabelası ilginizi çekecektir. Durak, Demircan amcanın rahmetli babasının adını taşıyor. Kuş ailesinin ikramı kahvelerimizi içtikten sonra tekrar yola koyuluyoruz. Naciye teyze dönüşte tekrar uğramamızı söylüyor. Etli kömbe yapacakmış. Tadına bakmadan dönmeyin diyor.

 

Yaylalar sakinleşmiş. Yaylacıların çoğu göç etmiş. Yol boyunca sadece birkaç araç karşımıza çıkıyor. Sağda solda göç hazırlığı yapan haneler var. Bu sakinlik bizi daha çok keyiflendiriyor. Bir yerde aracımızı durdurup doğanın sesini dinliyoruz. Heybetiyle karşımızda duran muhteşem Mangır dağının eteklerindeki hareketlenmenin ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Derken kuş sesleri, efil efil esen yel… Daha ne olsun?

 

Yaklaşık on dakika sonra, Haymaçınar-Paşaoluk arasında yeralan Ömer Sarsu'nun evinin bahçesinden içeri girer girmez imece usulü bir çalışmanın ortasında buluyoruz kendimizi. Yaylacı hanımlar bir ceviz ağacının altında hummalı bir çalışma içinde. Yeni toplanmış cevizlerin yeşil kabuklarını soyuyorlar. Bir müddet sonra iş bitiyor ortalık toparlanıyor. Taze taze cevizler bize ikram ediliyor. Bu sene her meyve zamanından önce toplandı. Cevizlerin olgunlaşıp toplanmaları da normalinden daha erken bir tarihte oldu. Ancak şunu belirtelim, havadaki ağır rutubet hali cevizlerin verimini ve kalitesini etkilemiş. Nitekim öğleden sonra yörede samla adı verilen bulut yaylaya çöktü. Arkasından şakır şakır bir yağmur başladı. Uzun süredir yağmurun hasretini çektiğimizden bir müddet bahçede oturmaya devam edip damlaların zevkini çıkardık. Ceviz dediğin cennet meyvesi böyle yüksek yerlerde oluyor. İlla yayla havası istiyor. Amanosların yaylalarında ceviz ağaçları epey miktarda bulunuyor. Her meyvede olduğu gibi cevizde de hasat hassas ve önemli bir konu. Ceviz bahçesinde hasadın ne zaman yapılacağı konusunda bir tarih vermek mümkün değil. Ağacın cinsi, bulunduğu bölgenin iklimi ve yüksekliği, o yılki yağış ve sıcaklık değerleri gibi birçok etken, hasat zamanını değiştiriyor.

 

Nemli bölgelerde yeşil kabuğun çatlamaya başlaması hasat tarihinin geldiğini gösterirken kurak ve sıcak yerlerde ve yıllarda yeşil kabuk çatlamadan birkaç hafta önce hasat tarihi gelmiş olabiliyor. İç dolgunluğu, cevizin içinde boş yer kalmaması, kabuğunun yeterince sertleşmiş olması cevizin artık toplanabileceğini gösteriyor. Ceviz içinin arasındaki yenmeyen odunsu ara kısımlar koyulaşmaya, kahverengine dönmeye başladıysa ve ceviz esmerleşmemişse hasada başlayabilirsiniz. Yüksek rakımlara dikilmesi gereken cinslerin düşük rakımlara ve sıcak yerlere dikilmesi içinin kararmasını kaçınılmaz hale getiriyor.

 

Gelelim ceviz hasadının nasıl yapılacağına. Hasat mümkün olduğunca ağaç ve dalları silkelenerek yapılmalı ve sırıkla vurularak yapılmamalı. Sırıkla yapılan hasatta iki sakınca doğuyor: Birincisi aldığı darbeler yüzünden kabuğu çatlayan cevizin stoklama sürecinde erken bozulması, ikincisi de darbe alan sürgün uçları yüzünden bir sonraki yılın meyve gözlerinin tahrip edilmesi. Bir de hasattan önceki 20 günlük sürede ağaçlar en az iki kez yeterince sulanacak ki hasat kolay olsun ve meyvenin kalitesi yükselsin. Hasat olabildiğince seri olmalı ve sıcak saatlerde hasada ara verilmelidir. Silkelenerek ağaç dibine dökülen cevizler acele toplanıp hemen yeşil kabuğundan çıkartılmalıdır. Yeşil kabuktan ayrılan cevizler gölge ve havadar bir yerde karıştırılıp kurutulur. İşte bu! Bazı yanlış bilinenin aksine ceviz ağacı suyu seviyor. Ağacın yaprak izdüşümü kök bölgesini gösteriyor. Metre kare olarak ağacın kapladığı toprak yüzeyine göre su ihtiyacı doğru orantılı. Kahramanmaraş'taki Aksu Tarım'dan aldığım bilgiler bunlar. Daha fazlasını merak edenler iki ceviz çeşidini (Maraş-18 ve Sütyemez-1) tescilleyen Sütçü İmam Üniversitesinin yaptığı araştırmaları takip edebilirler.

 

Derken efendim açık hava midemizin sesini yükselttiğinde, öğle vakti biraz geçmişti. Evin mutfak bölümünde yeralan eski usul ocakta ateş tavlanmaya başladı. Biz zerzevatları yapmaya koyulduk, Ömer abi de kebap pişirme işini üstüne aldı. Bir müddet sonra cıs cıs..ocakbaşından mis gibi kokular etrafa yayılmaya başladı. Her şey hazır olduğunda yer sofrası serildi, ekşi ayranlar bardaklara dolduruldu. Allah soframızın bereketini arttırsın deyip başladık hayatın en zevkli kısmını yaşamaya.

 

Yağmurdan sonra hava epey serinlemişti. O zaman ateş geçmeden çaydanlığı da üzerine koymak lazım. Hiçbir şey eksik kalmasın. Ama çay keyfini bahçede yapacağız çünkü güneş tekrar açtı. Bu arada evin prensesi Büşra ve küçük kardeşi beni Paşaoluk isminin kaynağı suyun olduğu kısma götürmek istediler. Evin biraz ilerisinde, yeşillikler arasından yürüyerek iki borudan akan suyu bulduk. Ben doğal akan bir kaynak ararken bu boru-musluklar beni hayal kırıklığına uğrattı. Ama yine de içimi nefis bir su. Bir pet şişeye bu kaynak sudan doldurduk. İnsan PAŞAOLUK dendi mi şöyle cağıl cağıl akan bi'şe bekliyor. Biraz yokuş çıkıp eve döndüğümüzde Sarsu ailesinin güzel annesi Dudu bize çay ikram ederken çocuklar da annelerine yardım ediyordu. Bir ara evin büyük oğlu Mücahit ile av muhabbetine giriştik.

 

Ayrılırken Dudu Sarsu bize, bahçesinde yetiştirdiği sebzeler ve taze cevizle dolu poşet çantayı uzattı. Bu misafirperverliğe teşekkür edip yönümüzü Alan yaylasına çevirdik. İki yayla arasında fazla bir mesafe olmamasına rağmen gözümüze ilk çarpan buranın kirliliği oldu. Heryer çöplerle ve hayvan pislikleriyle doluydu. Alan yaylasının bu halde olması moralimizi epey bozdu. Derme çatma evler, caddelerin başına konmuş ağzına kadar dolu çöp tenekeleri ve vazır vuzur sinekler hislerimizi altüst etti. Derhal bir U dönüşü ile resmen kaçtık oradan. Yıllardır methini duyduğumuz Alan yaylası böyle olmamalıydı. Yaklaşık 1000 metre rakımda geniş bir alan üzerine kurulu olan yayla, küçük ve pis bir kasabadan farksız hale gelmişti. Ah insanımız! Nedir bu halimiz?

 

Söz verdiğimiz gibi Naciye teyzeye de uğradık ve enfes kömbesinin tadına baktık. Ellerine sağlık. Bence bu memleketin en güzel, el açması yufka böreklerinden biridir etli kömbe. Çay muhabbeti esnasında Kocakoz'dan bahsedildi. Yıllardır Peynirlik yaylasına yakın bir yerde olan ulu ceviz ağacından. Bir gün de onun yerini keşfetmeye çıkmamız gerek. Belki de anıt ağaç statüsüne alınabilecek bir ağaçtır ve ona bir şey olmadan devlet korumaya alır. Bu konuda bir faydamız olursa ne ala!

 

Dönüşümüzü, bu sene mahalle statüsüne girmiş olan Akarca Köyü üzerinden yaptık. İskenderun'a yaklaştığımızda biraz önceki havadan eser kalmamıştı. Yine de denizi gördük ya içimiz yeniden memleket aşkıyla dolduuu dolduuu taştı.